Bizim temel ihtiyaçlarımızı gidermek için ihtiyacımız olan birçok mal ve hizmet mevcut. Özellikle de sanayi medeniyeti olmamızdan sonra ortak üretim ve hizmet ihtiyaçları daha da arttı. Tüm bu ihtiyaçlarımız ise firmalar tarafından karşılanıyor. Firmalar da pekala bu mal ve hizmet üretimlerini sağlayabilmek için emek, sermaye, toprak ve doğal kaynak gibi üretim girdilerine ihtiyaç duyuyor. Peki bu girdilerin sahibi kimler?

Tabi ki de bizleriz, biz ise hane halkıyız. Firmalar üretimlerini sağlayabilmek için bizim ürünlerimizi, emeğimizi ve kaynaklarımızı kullanmakta ve karşılığında bize bedel ödemektedir. İşte bu bedellere maliyet, satışlarından elde ettikleri gelire ise hasılat deniyor.

Herkesin derdi daha çok para kazanmak ve kar etmek olduğu için firmalar en az maliyetle en fazla hasılatı sağlamak ister. Bu kavram da kar maksimizasyonu olarak tanımlanır.

Yine soru sormaya başlıyoruz hazır mısın?

Firmalar kar maksimizasyonuna ulaşabilmek için hangi soruların cevaplarını ararlar?

·Ne üretilecek?

· Ne zaman üretilecek?

· Ne kadar üretilecek?

· Bu üretimi gerçekleştirirken nasıl bir teknoloji kullanılacak?

· Teknoloji seçimi yapıldıktan sonra ne kadar emek, sermaye ve toprağa ihtiyaç duyulacak?

· Bunların maliyetleri ne kadar olacak?

· Yapılan üretim piyasada satıldığı zaman ne kadar getiri elde edilecek?

· Ve nihayet toplam kârın miktarı ne kadar olacak?

 

Birkaç kez üretim faktörlerinden bahsettik değil mi? Şimdi tekrar hatırlayalım çünkü lazım olacak.

Neydi üretim faktörlerimiz bir düşün bakalım.

…..

Emek, sermaye ve toprak.

Firmalar bu üretim faktörleri ile nihai ürüne ulaşabilmek için ihtiyaç duyduğu ara malları belirli bir teknoloji kullanarak işler ve ürün ya da hizmet olarak bizlerin kullanımına sunar.

Gelelim biraz daha somut kavramlara. Firmalar bu faktörleri kullanıyorlar demiştik değil mi? Şimdi de işin içine vade olayı giriyor. Firmaların kısa ve uzun dönemdeki davranışları ve değiştirebilecekleri faktörler farklılık gösterebiliyor. Bunu iktisatçılar matematik fonksiyonu olarak anlatıyor ama bizim ihtiyacımız olan hap bilgiler olduğu için fazla detaya girmeden kenarından dolaşıyoruz.

O halde en baştan bir kısa-uzun dönem ayrımı yapalım ve tanımlamaya başlayalım.

Firmalar eğer belirli bir zaman aralığı içinde üretim faktörlerden yalnızca birini değiştirebiliyorlarsa bu zaman aralığı onlar için kısa dönem olarak kabul edilebilmektedir. Adamın don lastiği fabrikasını Çatalca’dan Nizip’e bir anda taşıyamayacağını düşünerek kafanızda canlandırabilirsiniz. Kısa dönemde bu adam yeni bir teknoloji getirebilir veya vardiya sayısını arttırarak emek miktarını arttırmış olur.

Uzun dönem dediğimiz anda ise işte fabrikanın taşınması sürecini düşünebiliriz. Toprak, sermaye, emek her şeyi değiştirebiliyor adam. Ama bu süreç uzun dönem olarak ele alınıyor.

Mantıken don lastiğini adam babamızın hayrına yapmayacak değil mi? Fabrikasını taşırken bile bir maliyete katlanmak zorunda kalacak. Sonuçta nasılsa Cro-Magnon kardeşimizin mağarada aç bekleyen çocukları varsa fabrikatör Homo-Sapiens kardeşimizin de evde PlayStation 5 bekleyen bir çocuğu var. Onun da derdi para kazanıp evine bakabilmek en temelde.

Bu yüzden de don lastiği üretim girdilerinin maliyetlerini minimumda tutmak isteyecek. Tabi ki de bu maliyetler sadece muhasebe kayıtları üzerinde olan maliyetler değil? Fırsat maliyetinden bahsetmiştik hani hatırladık mı?

Hani bir geyik ve tavşan vardı, birini diğerine seçersek öbürü fırsat maliyeti oluyordu falan hatırladın mı?

Hatırladın yaaaaa hatırlamaz mı hatırladı tabi. Daha kaç konu geçtik ki…

Firmalar muhasebe maliyetleri ile fırsat maliyetlerini de göz önüne almak zorundadır. Eğer ki pandemi döneminde fabrikatör abimiz fırsatı görmüş ve ulan ben de maske üretip satayım dedi ve daha az kazanmaya başladıysa don lastiği artık onun için fırsat maliyeti haline gelmiştir. Bu ve bunun gibi 10 binlerce örnek verebiliriz.

Hava yolu hissesi almak istediniz, THYAO hissesi almak yerine PGSUS tercih ettiniz ama THYAO 6 aylık dönemde daha çok kar verdi. İşte bu kar oranı sizin fırsat maliyetiniz oluyor.

Hisselerin performanslarını ölçmek için genelde borsa endeksleri ile kıyaslama yapılır. Eğer ki endeks üzeri getiri sağladıysanız bu başarılı bir tercihtir. Ama endeksin altında getiri sağladıysanız bunun altında yatan nedenler sizin fırsat maliyetleriniz, diğer bir değişle kaçırdığınız fırsatlar oluyor. Performans ölçümlerini ileriki konularımızda anlatacağız, o yüzden bu kısacık aramıza çok kafa yormayın ve okumaya devam edin. Çünkü esasında iktisadın bize anlatmak istediği fırsat maliyeti farklı bir kavram.

Şimdi elimizde iki tür maliyet oldu. Biri muhasebe, diğeri de fırsat maliyetleri. İşte bu ikisini toplayın alın size “ekonomik maliyet”.

Bir de sabit maliyet kavramı var. Bu da firmanın üretim yapsa da yapmasa da katlanmak zorunda olduğu maliyetler. Pandemi döneminde özellikle bunu çok daha net gördük. Birçok işletme kapalı olsa dahi en azından kirasını ödemek zorunda kaldı. En basitinden iş yeri kirası bir sabit maliyettir.

Bir şeyin sabiti varsa değişkeni de vardır değil mi?

Fabrikatör don lastiği üretimini arttırmak istedi. Öyle bir trend geldi ki artık kullan at donlar piyasa sürüldü. Kimse bir giydiği donu bir daha giymek istemiyor. E millete don lazım talep çok arttı. O zaman üretimi arttırması lazım. İplik, polyester, makine, işçi, elektrik, su, sigorta primleri, aklınıza gelen ne varsa artmak durumunda kaldı. Bunların özeline indiğiniz zaman üretim miktarını

 

Ortalama maliyet, toplam değişken maliyetlerle toplam sabit maliyetlerin toplamının, üretim miktarını bölünmesiyle elde edilen tutardır.

 

Hani Cro-Magnon tavşanları yiyordu da en sonunda artık midesi kabul etmez bir hale geliyordu ya, maliyet kısmında da aynı bu durum geçerli. Don lastiği üretimini arttırırken bazı maliyetlerimiz de artıyordu değil mi? Peki her bir birim don lastiği daha üretmek istersek toplam maliyetimizin nasıl değişeceğini bilmek istediğimiz an karşımıza bir başka marjinal kavram olarak “marjinal maliyet” çıkıyor. Marjinal maliyetin tanımı da kitaplarda şöyle geçmekte:

“Marjinal Maliyet, firma üretim miktarını bir birim daha artırmak isterse toplam maliyetinin nasıl değişeceğini göstermektedir.”

Don lastiği üretmekle kalmayalım abi niye sadece lastik üretelim ki don da üretelim. Elimizde makine ve teçhizat var, personel de var asgari ücretle 12 saat köle gibi çalıştırıyoruz. İzin prim vs. hak getire. Kıdem tazminatı isteyene de 300 taksitte ödüyoruz zaten. Don üretelim abi, sermayemiz her şeyimiz var. Sonra da atlet üretiriz, mayo bikini derken kendi markamızla avmleri patlatırız. Büyürüz kartopu gibi….

Yavaş geeeeeeeeeeeeeel.

O işler öyle kolay değil işte. Başlangıçta maliyetlerini arttırarak yaptığın yatırımların karşılığını fazlasıyla alabilirsin ama büyüdükçe daha da çok sorunla karşılaşacaksın. En başta kurumsallaşma maliyetlerin olacak. Müdürün müdürünün müdürü …. Genel müdürleri vs ler falan filan. Bir yerde artık büyüdüğün ölçekte gelir elde edemeyeceksin.

Hımmmm, ölçek….

Ölçek ekonomisi ve ölçeğe göre getiri. İşte bunların oranlarına göre ölçeğe göre azalan, sabit ve artan getiri söz konusu olmakta.

 

Ölçeğe göre getiri uzun dönemde, bütün üretim faktörlerinin belli bir oranda arttırılması durumunda, elde edilen ürün miktarında gözlenen artış oranıdır.

Bu ölçeğe göre getiri kavramını ise tüm faktörleri değiştirebileceğimiz dönem olan uzun dönemde ele alabiliyoruz ancak.